BİR MÜTEŞEKKİRİN KALEMİNDEN
Alp Ramazanoğlu |
Kendime ödev olarak edindiğim inanışlarım var
hayatta… İyi bir koca iyi bir baba ve iyi bir evlat olmak. Çalıştığım, ekmeğimi
kazandığım işimin hakkını, fazlasıyla vermek. Sorumluluklarımı zamanında ve
doğru bir şekilde yerine getirmek.
Kısacası bu durum, sorumluluk ve görev bilinci
diyebileceğimiz bir ilkesellik benim için. Bir şeyleri ertelemek yarına
bırakmak ya da yarım bırakmak rahatsızlık veriyor bünyemde.
Bir şeyin hemen ve eksiksiz bir şekilde olmasını,
eğer hemen olamıyorsa da mümkün olan en yakın zamanda olmasını isterim. Bunun
için bir koşmam gerekiyorsa yeter ki hemen sonuçlansın diye on kat koştuğumu
bilirim. Sonunda bana kalan şey fiziksel yorgunluk gibi görünse de aslında elde
ettiğim şey, amacına ulaşmışlığın ve iç huzurun ta kendisi.
Hayatımdaki bu ilkeler bir takıntılı ruh halinin
yansımaları mı bilmiyorum. Ama bazen kendimi olmasını düşlediğim planlar için
çabalarken yorgun düşmüş hissediyorum.
Beni bu yorgunluktan kurtaran tek şey ise,
gerçekleşmesini istediğim planımın, gerçekleştiği vakit yaşatacağı mutluluk ve
huzur. Bunun hayali bile beni harekete geçirmeye yetiyor, yaşadığım yorgunlukların
içinde…
Bu bakımdan kendimi atlara benzetiyorum. Bu güzel
hayvanlar, hedefe koşarken yorulduklarını bilemeden ölüp gidiyorlar. Atlardan farkım
ise bu hedefleri bir başkasının değil kendimin çizmiş olması. Ancak bu hayal ve
hedeflerin peşinde atların sonunu yaşamaktan da korkmuyor değilim.
Hep belli amaçlarım oldu hayatımda ve bunlara
ulaşabileyim derken yaşadığım stresleri hatırlıyorum.
İlkokuldayken Anadolu Lisesini kazanmak, lisedeyken
direkt İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesini kazanmak, üniversitedeyken
henüz mezun olmadan önemli bir medya kuruluşunda çalışmak, yine
üniversitedeyken okulu zamanında bitirmek, çalışıp para kazanmaya başladığımda
bir araba sahibi olmak, askerliği bir an önce aradan çıkarmak.
Bunların her birini gerçekleştirdim. Ulaşamadığım
çok az şey vardı ve olmayışı benim dışımdaki nedenlere bağlıydı.
Ben ‘nerede çalgı, orada kalkı’ adamı olamadım
hiçbir zaman. Dolayısıyla iyi bir evlilik yapmak, düzenli bir hayat ve başarılı
bir kariyeri hayal ettim daima.
Bu dünyada bulup bulabileceğim, yüzüyle kalbiyle en
güzel kızla evlenme şansını elde ettim. Onun gönlüne girebilmek ödüllerin en
büyüğüydü benim için. Artık o sadece hayat arkadaşım değil,
biricik oğlumun annesi.
Yukarıda sözünü ettiğim hayallerin hepsini tek
başıma kurmuştum ve ulaşmıştım. Ancak evlilik ve ev sahibi olma hayalimi, 'en
kıymetlim'le birlikte kurdum. Daha sevgili olduğumuz dönemde evlilik hayali gibi kurduğumuz gelecek planları arasındaydı ve mümkün olan ilk anda gerçek olmalıydı ev sahibi olmak...
Evliliğimizin 2'nci yılına girmeden bu düşüncemizi, yani “ev sahibi” olmayı da kısa bir süre önce
gerçekleştirdik. Tabii her maddi değerin daha iyisi vardır, ancak ben
imkanlarımız doğrultusunda alabileceğimiz en iyi evi aldığımızı düşünüyorum.
Eşimin de böyle düşünmesi ayrı bir sevinç…
Açıkçası girdiğim borç gözümü korkutur gibi olsa da;
eşimin desteği, oğlum büyümeden kiradan kurtulma isteği ve bunun getirdiği harekete
geçme enerjisiyle bu adımı attığım için çok mutluyum.
Tabii, bu adımda bana cesaret veren en önemli
ortamsa kariyerimin sağladığı olanaklar, çok sevdiğim işim, bir üyesi olmaktan
onur duyduğum ve bünyesinde yükselerek emekliliğe kadar çalışmak istediğim kurumum.
Ben sahip olduğum her şeyi bana veren; hatta
düşündüğümden, hayal ettiğimden daha iyisini nasip eden Allah’a daima nankörlük
etsem de; O, engin merhametiyle bana rahmetinden bir damla dahi esirgemiyor.
Sahip olduğum ve olamadığım şeylerdir beni ben
yapan. Tüm bunlar için beni yaratan Allah’a ne kadar şükretsem az.
Yorumlar
Yorum Gönder