TARİHTEN BUGÜNE ADALAR SORUNU VE ÇÖZÜMÜ

Alp Ramazanoğlu |


Türkiye’de Adalar Denizi (Ege) adalarının nasıl elden çıktığı; birkaç ada hariç ülkemiz kıyılarına yakın ada, adacık ve kayaların neden geri alınamadığı daima tartışma konusu olmuştur. Bu konu, kişilerin siyasi görüşüne göre son derece istismar malzemesi haline getirilmiş, gerçekler yalanlarla karıştırılmıştır. 

Peki tarihi gerçekler ışığında Adalar Sorunu nasıl başladı ve günümüze nasıl şekillenerek geldi?

AŞAMA AŞAMA ADALARIN KAYBEDİLİŞİ

1829’da Yunanistan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldı. Yunan ana karasına yakın olan Kuzey Ege’deki Sporat adaları ve Güney Ege’deki Kiklad adaları da Yunanistan sınırlarına dahil edildi. Osmanlı’nın Menteşe (On İki Adalar), Saruhan ve Boğazönü adalarındaki hakimiyeti devam etti.

1911 yılında Osmanlı ve İtalya arasında Trablusgarb savaşı çıktı. 1912’deyse Balkan devletleri birleşerek Osmanlı’ya savaş açtı. Yanı başında patlak veren Balkan Savaşları nedeniyle Osmanlı, Trablusgarb’ı İtalya’ya devretmek zorunda kaldı. Ayrıca Balkan Savaşlarında Yunanistan’ın eline geçmesini engellemek için Güney Ege’deki On İki Adaları (Menteşe Adaları) GEÇİCİ olarak İtalya’ya devretti.

Balkan Savaşlarında Girit ile birlikte Kuzey Ege adalarının tamamı (Saruhan Adaları ve Boğazönü Adaları) Yunanistan’a geçti. Gökçeada ve Bozcaada ise istisna tutularak Osmanlı’ya bırakıldı.

1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ve İtalya düşman cephelerde yer aldı. İtalya daha önce Osmanlı’nın kendisine GEÇİCİ olarak verdiği On İki Adaları tek taraflı olarak İLHAK ettiğini açıkladı.

1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda ele alınan başlıklardan biri de adalar meselesiydi. Türk heyeti Anadolu kıyılarına yakın olan Ege adalarının tamamını talep etti. Ancak adalar I. Dünya Savaşı’ndan önce kaybedildiği için Balkan Savaşları sonrası imzalanan antlaşmalar İtilaf devletlerinin baskısıyla aynen geçerli sayıldı.

1947’de II. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Paris Antlaşması ile İtalya’dan alınan On İki Adalar, Yunanistan’a devredildi. Türkiye konferansa davet edilmediği için adaları talep dahi edemedi. Adaların Yunanistan’a verilmesinde iki sebep öne çıktı. İlki On İki Adalar’daki yüksek oranlardaki Yunan nüfus çoğunluğu, diğeri ise Yunanistan’ın II. Dünya Savaşı’nda Müttefik orduları safında savaşması oldu.

LOZAN’DA ADALAR NEDEN ALINAMADI?

Türkiye, Lozan’da ise 2 sebepten dolayı adalardaki hak iddiasında ısrarcı olamadı. Bunlardan ilki maalesef adaları alacak bir donanması olmamasıydı. Sultan Abdülaziz döneminde Akdeniz’in üçüncü büyük donanmasına sahip olan Osmanlı deniz gücü, II. Abdülhamid döneminde adeta yıkıma uğratıldı. Kendisine darbe yapılacağı endişesiyle II. Abdülhamid tarafından Haliç’e çekilen Donanma, burada çürümeye terk edilmişti.

II. Abdülhamid tahttan indirildikten 2 yıl sonra 1911-1922 yılları arasında art arda patlak veren savaşlar dönemi başladı. Trablusgarb Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında haliyle donanma inşa edebilecek bir an dahi bulunamadı. İngiltere’ye sipariş verilen 2 büyük savaş gemisi ise, parasını ödememize rağmen bize teslim edilmedi. İngiltere I. Dünya Savaşı’nda düşman cephelerde yer aldığımız için bu gemileri bize karşı kullandı.

Sözün özü donanmasızlık, Lozan’da adalar konusunda elimizi kolumuzu bağlayan birinci sebepti.

İkinci neden ise adalardaki nüfus yapısıydı. Maalesef Ege adalarında nüfusun çok büyük çoğunluğu Yunan’dı. Donanmaya sahip olsaydık ve bu adaları savaşla alsaydık dahi, Yunan nüfus çoğunluğu nedeniyle Lozan’da büyük devletlerin desteği Yunanistan tarafında olacaktı. Adalar bizde kalsa dahi özerk yönetim kurmamız talep edilecekti.

Çünkü Lozan Antlaşması’na göre o dönem yine Yunan çoğunluğu bulunan Gökçeada ve Bozcaada özerk yönetim kurulması şartıyla Türkiye’ye bırakılmıştı. Ancak Türkiye bu maddeyi hiçbir zaman uygulamadı. Yalnızca 2 önemli ada elimizde kalabildiği için Yunanlar ve müttefikleri bu durumu sorun etmedi. Eğer talep ettiğimiz Ege adalarının tamamı Türkiye’de kalsaydı, özerk yönetim kurmamak imkansız hale gelecekti. Özerk yönetim ise yeni Türk devletinin üniter yapısına son derece aykırı bir durum ve tehdit oluşturacaktı.

Bu nedenlerle Türk heyeti Lozan’da Musul için mücadele ettiğinin çeyreği kadar adalar için talepkar olamadı.

PARİS ANTLAŞMASI’NDAKİ FİİLİ DURUM

Yine 1947 yılındaki Paris Antlaşması’na dönersek dönemin Türkiye hükümeti, On İki Adaların Türkiye’ye bağlanmadığı takdirde güçlü İtalya’da kalmasındansa zayıf Yunanistan’a verilmesini tercih etti.

Bence bugün bile aynı tercih Türkiye hükümeti tarafından geçerliliğini koruyor. On İki Ada ve Meis’in İtalya’da kaldığını düşünün Doğu Akdeniz’in çok bilinmeyenli problemlerine güçlü bir sorun daha eklenmiş olacaktı.

Velev ki 1947’de On İki Adalar Türkiye’ye verilseydi: Buradaki Yunan nüfus çoğunluğu için yine özerk yönetim gündeme gelecekti. Nüfus mübadelesi seçeneği ise masada değildi. Çünkü iki ülke arasındaki mübadele önceki yıllarda tamamlanmıştı. İstanbul ve Batı Trakya bunun dışında tutulmuştu. Sorun yine Türkiye’nin üniter yapısını sona erdirecek bir noktaya gelecekti.

GÜNÜMÜZDE SORUN NASIL ÇÖZÜLMELİ?

1829’dan 1947’ye ve oradan günümüze kadar adaların durumu bu koşullar altında şekillendi. Adaları İsmet İnönü’nün verdiği safsatası bizi sığ tartışmalar içinde boğmaktan başka bir işe yaramaz.

Adalar sorunu günümüzde ancak savaşla kesin bir çözüme kavuşacaktır. Bugün Yunanistan ile anlaşıp adalarda silahsızlandırmaya ve Lozan’daki 3 millik karasuları ve hava sahası koşullarına dönülse bile gelecekteki Yunan hükümetlerinin yine maksimalist politikalar gütmeyeceğinin garantisi yok.

Kabul edelim ki, Türkiye’nin 100 yıl önce adaları geri alacak donanması yoktu. Atatürk liderliğindeki ecdadımızın Sevr’e göre Lozan’da bize emanet ettiği bu sınırlar bile onların imkansızı mümkün kıldıkları şanlı bir başarıdır.

Fakat Türkiye olarak bugün daha güçlüyüz. Adalarda bir gün mutlaka çıkacak bu savaş için daima hazırlıklı olmak zorundayız. Olası savaşta ilk kurşunu Türkiye’nin atmaması, adalar ve Kıbrıs’ın alınması hedefinin ulaşılmasında çok kritik. Çünkü ilk kurşun karşı taraftan geldiğinde adalara yapılacak harekat uluslararası meşruiyet kazanabilecektir.

Olası savaş öncesi meşruiyet zemini oluşturmak için egemenliği devredilmemiş fakat Yunanistan tarafından işgal edilen adaları uluslararası kamuoyunun gündemine getirmeliyiz. Yunanistan’a silahsızlandırma koşuluyla devredilen ancak her biri cephaneye dönüşmüş adaları gündeme getirmeliyiz. Birleşmiş Milletler, NATO ve Avrupa Birliği toplantılarında bu sorunu tekrar tekrar anlatmalıyız.

Olası bir savaş için zaten haklı sebeplerimiz var. Uluslararası kamuoyunu çıkacak bu savaşta daha kolay ikna edebilmemizin yolu, Yunan hukuk tanımazlığını her platformda bıkmadan usanmadan dile getirmektir.

Atacağımız bu adımlar Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de yalnızlığımızın da çaresi olacaktır.

Benim Ege’deki adalar sorunun hakkaniyetli çözümü için ön gördüğüm harita ise şu şekilde: 

Not: Kıbrıs Adası olası savaşta cephelerden biri olacağı için savaş sonunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Türkiye tarafından ilhak edilmiş olacak. Güney Kıbrıs, isterse Yunanistan'a katılabilecek.

Yorumlar

Popüler Yayınlar